6 Mayıs 2013 Pazartesi

Âdem Özbay’ın Şiiri: Tuzu Eksik Ölü


Âdem Özbay cesaret ya Allah demiş olmalı ki:

Gidiyorum abi dedi ve gitti. Gitmeden de bana ve Jan devrime bir iyilik edip benim bir şiir kitabımı Jan’ın ise hikâye kitabını tertipleyip gün yüzüne çıkarıp ve de üstelik bir miktarını bir güzelce paketleyip Beylerbeyine geldi. Bizi bu harikulade inceliği ile bir defa daha sevindirmiş oldu. 

Gidiyorum abi dedi. Çay içtik, yemek yedik. Bir ara da Mustafa Özçelik Bey uğramıştı öyle bir tevafuk oldu bu defa çayları beraber içtik. Kitabımın adı ‘Gidelim mi dostum’ idi. Jan Devrim ise ‘Sakin bir gün için’ demişti kitabının ismine. Gidiyorum abi demeden önce Akis Kitapları kurmuş beraber Lamure dergisini çıkarmışız. Lamure ayrı bir keyif ve ayrı bir meşgale idi haliyle. Ondan olsa gere ömrü uzun olmadı. Kitaplar yayınladı. Başka dergiler çıkardı. Romanlar yazdı. Şiirler, denemeler, hikâyeler yazdı yayımladı ve gidiyorum abi dedi sonunda. 

Dünyanın öbür uçlarında New Yorkta falan dil öğreniyormuş bu günlerde. Gecenin bir vaktinde açtım telefonu özledim dedi abi yakında… evet yakında inşallah, Beylerbeyi mi olur Üsküdar mı? Yoksa Sultanahmet’in oralarda mı olur bir çay içeriz inşallah…

Bu çocuk bu kadar uysal olamazdı…

Âdem Özbay’ın Şiiri: Tuzu Eksik Ölü


Sessiz sakin bir gençti tanıştığımızda Âdem Özbay. Endülüs dergisini çıkarıyordu. Yirmiye varmamıştı yaşı. Şair Hüseyin Akın ile aynı semtte oturuyorlardı. Semtlerinde bir edebiyat dergisinin çıktığını ben haber vermiştim Hüseyin Akın’a. Birlikte Düşçınarı dergisini çıkarıyorduk. 1997 yılıydı. O yakada İbrahim Tenekeci, Yılmaz Cüre, Ahmet Atalay ve daha başka gençlerle adeta yeni bir koloni kurdular. Bizim yakadan da hikâyeci Jan Devrim vardı aralarında. Endülüs dergisi gençlerin dergisiydi.

Böylece bu cevval ve genç edebiyatçı kuşak; şiirler, hikâyeler, çizgiler, dergi, gazete ve kitaplarla arzı endam etmeye başladılar İstanbul’un Sanayi Mahallesi denilen hareketli ve kalabalık semtinden. Bunlara entelektüel denilir mi bilemiyorum! Eleştirmen Ömer Lekesiz’e sorarsanız bu tür dışarlıklı oluşumlara entelijansiya deniliyor. Taşradan, şuradan-buradan gelip merkezde konuşlanıyorlar ve edebiyatta söz sahibi oluyorlar.

Hüseyin Akın’la Beylerbeyi’ne beni görmeye geldiklerinde uzun saçları, sempatik yüzüyle, sessiz sakin haliyle içinde kopan, kopmakta olan fırtınaları bastırıyor gibi bir izlenim bırakmıştı bende. Ta baştan beri, o tanıştığımız ilk günden beri onun öyle uysal, pısırık bir haleti ruhiyeyi içinde mümkünü yok barındıramayacağı şüphelerim hep oldu.

Bu çocuk bu kadar uysal olamazdı. Daha bu yaşta Endülüs gibi böyle bir dergi ile uğraşıyor olması, değişik bir hal olmalıydı. Sonra dergideki dizgi yanlışları hep vardı ve olacaktı ve önemli olmayabilirdi. Bu da bir hızı, kaynayan bir volkanın ani patlayışını anımsatıyordu bende. Bir de o Sanayi Mahallesi denilen mıntıkada daha başka bir şeyler vardı herhalde! Kabına sığmayan insanların buluştuğu bir yer miydi yoksa? Böyle bir özelliği de olabilir miydi o semtin?

Daha önce de Hüseyin Akın ve arkadaşları Özülke dergisini çıkarmışlardı Sanayi Mahallesinde. Yoksa bu işler artık böyle kıyıda bucakta mı oluşacaktı. Varoştan merkeze bir huruç hareketi miydi yoksa?

 

Bunca serazat bir yürek…

Bütün bunları yazmanın, bütün bunları hatırlamanın sebebi elbette hikâyeci, şair Âdem Özbay oluyor elbet. 1976 Zonguldak-Çaycuma doğumlu genç bir edebiyatçı Âdem Özbay. Bir sergüzeşt. Birçok şeyin yapımcısı... Radyo, dergi, kitap... Bu genç yaşına musallat olan bunca ürün… Bunca serezat bir yürek. Coşkulu, lakin disiplinsiz bir kalemşor… Bir o kadar asi ve uçuk. Sempatik ve girişken... Bir şeyi sonuna kadar götürmeye tahammülü olacak mı bilemiyorum? Dedim ya, ta başından beri sessizliğinden emin olamadığım bu zeki insanın bu güne kadar olan çalışmaları. Şiirler, hikâyeler, denemeler. Bu günlerde üzerinde yoğunlaştığı sevgililer sevgilisi Peygamberimiz için yazılan Naat’lardan oluşacak güzel bir seçki çalışması. Bir antoloji. Bir hayli iş, bir hayli yürek… Sonra geçen yazdan beri söyleyip durduğu şey... Son şiiri! Şiiri bırakmak! Ama nasıl? İnansam mı acaba? Şiiri bırakmak kolay mı be âdem?

 

Tuzu Eksik Ölü


Üç günlük cesedin dudaklarını yalayıp
Kumsala bırakıyor köpüklerini
Kumdan askerlerini denize süren
Mağrur kumandan çocuğa sorarsanız
Kardeşini öldüren
Mahallenin kuduz köpeği ısırmış denizi.

İç geçirir çocuk, seslenir göğe:
Tanrım fazla kaçmış denizin tuzu
Ethem’in balıklarına vurgun veren
Üç beş ırmak içirsen
Kumdan kılıçlarıyla askerlerim
Fethedecek ufuktaki o sisli pusuyu.

Derin bir yara açarken gemiler göğsünde
Gökyüzünde terör estiren kuşlara
Bulutlara beyaz bayrak kaldırıyor deniz
Siper kazıyor durmadan dalgalarla
Ölümüne vuruşuyor kumsalla.

Sevgilim kumsalda kaledir evimiz
Kudurarak öperiz her sabah güneşi
Sen yemek pişirirsin tuzu eksik
Ben ölürüm kefenim köpük.

Adem Özbay


*

Nurettin Durman

Uzun zaman önce yazıldı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder