18 Şubat 2014 Salı

Bir gün nasıl olduysa şiir yazdım kendime



12 Ocak 2014 Pazar günü Beylerbeyinde oturduğum evin karşısındaki bir mekanda Adem Özbay ile ikindi ve akşam arasındaki vakitte bir sohbetimiz oldu. Sağ olsun genç yayıncımız, iyi romanlar yazacağını beklediğim sevgili genç dostum bir plaket ve bazı hediyeler ile gelmiş meğer sohbete. Genç Gelişim dergisi adına “Şiire ve kültüre adanmış bir ömür Şiir Onur Ödülü” adıma yazılmış plaketti bu takdim ettiği.

“Bu ne iş” dedim, “öyle”, dedi. Uzun lafa, kafa karıştırmaya, suyu bulandırmaya lüzum yoktu tabii aramızda. Adem Özbay böyle incelikleri ta uzak diyarlarda bulunduğu zamanlarda da yapmıştı. Hastanede yatarken ilgisini esirgememiş ve beni unutmamış kendisi New York’ta iken çiçek göndermişti İstanbul’da bana. Böyle hatır naz bir delikanlıdır benim için Adem Özbay. Zekidir, çalışkandır, üretkendir aynı zamanda… Lamure dergisini çıkarırken ben de editörlerden biri olarak bir hayli güzel şeyler yapmıştık beraber. Yani her vesileyle bir şeyler çıkıyor ortaya bu yaşadığımız zaman diliminde. Rabbimizin verdiği bir bağış olarak bu günlere ulaştığımda daha başka şeyler vesilesiyle hayretlere düşüyor şükrümü ifa etmede aciz kaldığımı görüyorum.
Kırmızı kaplı plaketi açıp bakınca “ tam elli yıl olmuş ilk şiirimin yayımlandığı tarihten bu yana” dedim. “Bilseydim ellinci yıl yazdırırdım” dedi sağ olasıca.
İlk şiirim Ocak 1964 yılında Sanat Dünyası dergisinde yayımlandı. 15 Ocak 1964, Yıl: 8, Sayı: 190. Elli yıl dile kolay geliyor ama hiç te öyle değil. Bir dökümü yapılsa, günahı sevabı tartılsa vay halimize... Vay ki ne vay! Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri ne kadar anlamlı ne kadar güzel ne kadar ibretli söylemiş: “ Günler gelip geçmekteler / Kuşlar gibi uçmaktalar”.
Söze gene eski ile başlarsak şiire gönül verişimde enteresan bir şekilde şehrin merkezinde kendini ortaya çıkarıyor. Orada bulunmuş oluyorum. Cağaloğlu eski tarihlerden başlayarak matbuat âleminde bilinen bir semt. Sirkeci’den yola düştünüz. Cağaloğlu yokuşundan mı çıkarsınız veya bir Cuma vakti Vilayet Camii’nin önündeki kaldırımda hasırlar üzerinde Sezai Karakoç’la birlikte namaz kılıp öyle mi çıkarsınız yukarıya doğru; rahatsız olmasın diye yalnızca hal-hatır sorup uzaktan uzaktan bakarak o büyük şaire. Veya Sirkeci’den bir taksiye binip Cezeri Kasım’ın önünde mi inersiniz, sizin bileceğiniz bir şeydir artık. Bir de gene Vilayetin Gülhane parkına bakan kapısının önünden ağır ağır çıkarsınız yokuşu. Yokuşun başında durur bir nefes alır önce sağınıza sonra solunuza sonra da Üretmen Hana bakarsınız. Yeni bir tabelanın yeni bir ismin bu kadim semtin mürekkep kokan sokaklarına yeni bir yayınevi olarak girmiş olduğunu fark edersiniz hemen. O da dönüp dolaşıp gene Cağaloğlu’na sermiştir postu. Eh bu işler böyledir zaten. Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânı misali yayıncıların da dönüp dolaşacakları yer tabii ki Cağaloğlu olacak.
Aslında yayıncılar Cağaloğlu’nu hiç bırakmamalılar. Bu böyle devam etmeli. Hatta daha da geliştirilmeli, özendirilmeli yayıncılar tarafından. Bir kültür mekânı heba olup gitmemeli. Bab-ı Ali. Cağaloğlu. Kitapçılar. Şairler, Yazarlar, Çizerler. Böyle bir dünya işte... Daha öncesinde matbuat âlemi... Gazeteler, dergiler. Edebiyatın kalbinin attığı yerler… Çemberlitaş ile Divan yolu çalıştığım yerler olduğu için o zamanlar dergilere, kitaplara ulaşmak benim için kolay oluyordu. Bir koşu bir kitapçıya gidip parama göre dergi veya kitap alıyordum. Edebiyat âlemine yakın olmak büyük bir nimetti benim için. Alıyor, okuyor ve öylece yazmaya çalışıyorum.
İlk şiirim 1964 yılının Ocak ayında Sanat Dünyası dergisinde yayınlandığında Divan yolunda çalışıyordum. Gidip Beyazıt Soğan Ağa taraflarında bir kitapçıdan almıştım dergiyi. Caddeye çıktım dergi elimde, yaşım ondokuz, bir keyif ki sormayın gitsin. Oradan Divanyoluna doğru muzaffer bir komutan gibi yürüyorum. Bağrımı açıyorum. Hava soğukmuş, rüzgâr esiyormuş hiç umurumda olmuyor. Öyle bir zamanda ilk şiiri yayınlanmış bir şair adayı olarak başımda gençlik rüzgârları ile yürüyorum.
Birçok şiir yazdım bu zamana kadar. Hamdolsun ki yazdıklarımızın da bir hesabının olduğunu hatırlatıyor bize Rabbimiz. O 1964 Ocak ayında bir hayli soğuk havada olan yürüyüş bu günlere kadar geldi. Şükrümü ifaya takat ver Rabbim diyorum… 
Ey benim iki gözüm yaptığın güzel işler
Teberrüken yürünmüş uzun bir yol gibidir
Bunu bilmezse şehir bilen bulunur elbet
Suya bakmak nasılsa öyledir dağın ardı  
Yol vardır yolcu vardır yürür menzile doğru.
*
Nurettin Durman
*
13 Ocak 2014, Pazartesi,16: 22
Genç Doku, Yıl: 5 * Sayı: 57 Şubat 2014



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder