12 Ocak 2014 Pazar günü Beylerbeyinde oturduğum evin
karşısındaki bir mekanda Adem Özbay ile ikindi ve akşam arasındaki vakitte bir
sohbetimiz oldu. Sağ olsun genç yayıncımız, iyi romanlar yazacağını beklediğim
sevgili genç dostum bir plaket ve bazı hediyeler ile gelmiş meğer sohbete. Genç
Gelişim dergisi adına “Şiire ve kültüre adanmış bir ömür Şiir Onur Ödülü” adıma
yazılmış plaketti bu takdim ettiği.
“Bu ne iş” dedim, “öyle”, dedi. Uzun lafa, kafa
karıştırmaya, suyu bulandırmaya lüzum yoktu tabii aramızda. Adem Özbay böyle
incelikleri ta uzak diyarlarda bulunduğu zamanlarda da yapmıştı. Hastanede
yatarken ilgisini esirgememiş ve beni unutmamış kendisi New York’ta iken çiçek
göndermişti İstanbul’da bana. Böyle hatır naz bir delikanlıdır benim için Adem
Özbay. Zekidir, çalışkandır, üretkendir aynı zamanda… Lamure dergisini
çıkarırken ben de editörlerden biri olarak bir hayli güzel şeyler yapmıştık
beraber. Yani her vesileyle bir şeyler çıkıyor ortaya bu yaşadığımız zaman
diliminde. Rabbimizin verdiği bir bağış olarak bu günlere ulaştığımda daha
başka şeyler vesilesiyle hayretlere düşüyor şükrümü ifa etmede aciz kaldığımı
görüyorum.
Kırmızı kaplı plaketi açıp bakınca “ tam elli yıl olmuş ilk
şiirimin yayımlandığı tarihten bu yana” dedim. “Bilseydim ellinci yıl
yazdırırdım” dedi sağ olasıca.
İlk şiirim Ocak 1964 yılında Sanat Dünyası dergisinde
yayımlandı. 15 Ocak 1964, Yıl: 8, Sayı: 190. Elli yıl dile kolay geliyor ama
hiç te öyle değil. Bir dökümü yapılsa, günahı sevabı tartılsa vay halimize...
Vay ki ne vay! Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri ne kadar anlamlı ne kadar güzel ne
kadar ibretli söylemiş: “ Günler gelip geçmekteler / Kuşlar gibi uçmaktalar”.
Söze gene eski ile başlarsak şiire gönül verişimde enteresan
bir şekilde şehrin merkezinde kendini ortaya çıkarıyor. Orada bulunmuş
oluyorum. Cağaloğlu eski tarihlerden başlayarak matbuat âleminde bilinen bir
semt. Sirkeci’den yola düştünüz. Cağaloğlu yokuşundan mı çıkarsınız veya bir
Cuma vakti Vilayet Camii’nin önündeki kaldırımda hasırlar üzerinde Sezai
Karakoç’la birlikte namaz kılıp öyle mi çıkarsınız yukarıya doğru; rahatsız
olmasın diye yalnızca hal-hatır sorup uzaktan uzaktan bakarak o büyük şaire.
Veya Sirkeci’den bir taksiye binip Cezeri Kasım’ın önünde mi inersiniz, sizin
bileceğiniz bir şeydir artık. Bir de gene Vilayetin Gülhane parkına bakan
kapısının önünden ağır ağır çıkarsınız yokuşu. Yokuşun başında durur bir nefes
alır önce sağınıza sonra solunuza sonra da Üretmen Hana bakarsınız. Yeni bir
tabelanın yeni bir ismin bu kadim semtin mürekkep kokan sokaklarına yeni bir
yayınevi olarak girmiş olduğunu fark edersiniz hemen. O da dönüp dolaşıp gene
Cağaloğlu’na sermiştir postu. Eh bu işler böyledir zaten. Tilkinin dönüp
dolaşacağı yer kürkçü dükkânı misali yayıncıların da dönüp dolaşacakları yer
tabii ki Cağaloğlu olacak.
Aslında yayıncılar Cağaloğlu’nu hiç bırakmamalılar. Bu böyle
devam etmeli. Hatta daha da geliştirilmeli, özendirilmeli yayıncılar
tarafından. Bir kültür mekânı heba olup gitmemeli. Bab-ı Ali. Cağaloğlu.
Kitapçılar. Şairler, Yazarlar, Çizerler. Böyle bir dünya işte... Daha öncesinde
matbuat âlemi... Gazeteler, dergiler. Edebiyatın kalbinin attığı yerler…
Çemberlitaş ile Divan yolu çalıştığım yerler olduğu için o zamanlar dergilere,
kitaplara ulaşmak benim için kolay oluyordu. Bir koşu bir kitapçıya gidip
parama göre dergi veya kitap alıyordum. Edebiyat âlemine yakın olmak büyük bir
nimetti benim için. Alıyor, okuyor ve öylece yazmaya çalışıyorum.
İlk şiirim 1964 yılının Ocak ayında Sanat Dünyası dergisinde
yayınlandığında Divan yolunda çalışıyordum. Gidip Beyazıt Soğan Ağa
taraflarında bir kitapçıdan almıştım dergiyi. Caddeye çıktım dergi elimde,
yaşım ondokuz, bir keyif ki sormayın gitsin. Oradan Divanyoluna doğru muzaffer
bir komutan gibi yürüyorum. Bağrımı açıyorum. Hava soğukmuş, rüzgâr esiyormuş
hiç umurumda olmuyor. Öyle bir zamanda ilk şiiri yayınlanmış bir şair adayı
olarak başımda gençlik rüzgârları ile yürüyorum.
Birçok şiir yazdım bu zamana kadar. Hamdolsun ki
yazdıklarımızın da bir hesabının olduğunu hatırlatıyor bize Rabbimiz. O 1964
Ocak ayında bir hayli soğuk havada olan yürüyüş bu günlere kadar geldi. Şükrümü
ifaya takat ver Rabbim diyorum…
Ey benim iki gözüm yaptığın güzel işler
Teberrüken yürünmüş uzun bir yol gibidir
Bunu bilmezse şehir bilen bulunur elbet
Suya bakmak nasılsa öyledir dağın ardı
Yol vardır yolcu vardır yürür menzile doğru.
*
Nurettin Durman
*
13 Ocak 2014, Pazartesi,16: 22
Genç Doku, Yıl: 5 * Sayı: 57 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder